[:tr]Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) hayata geçirdiği lisanssız üretime ilişkin düzenleme ile gerçek ve tüzel kişiler yenilenebilir kaynaklardan 1 megavata (MW) kadar elektrik üretebiliyor. Üretilen enerji kapsamında vatandaşlar, ihtiyacından fazlasını da sisteme satabiliyor.
Lisanssız elektrik üretimi olarak bilinen bu uygulamada rekabetin korunması ve üretimin arttırılıması için EPDK mevzuatta değişikliğe gitti. Önceki gün Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğine göre, bundan sonra rüzgâr ve güneş enerjisine dayalı lisanssız elektrik üretiminde aynı kişi ve kurum aynı trafo merkezinde çatı uygulamaları hariç olmak üzere 1 megavattan fazla tesise sahip olamayacak.
Vatandaşın 1 MW’a kadar ihtiyaç duyduğu elektriği üretmesini öngören bu uygulamada, kanundaki bir boşluk nedeniyle ticari projelerin yaygınlaşması, hatta zamanla trafo kapasitelerini başkalarına devretmek için kapatanların çoğalması, EPDK’yı rahatsız etti.
Yapılan düzenlemeyle, bundan sonra aynı yatırımcı 1 MW’tan fazla aynı bölgede elektrik üretemeyecek. EPDK’dan konuyla ilgili yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi: “Yapılan düzenlemenin öncelikli hedefleri, lisanssız üretim mevzuatında piyasanın tabana yayılması ve saha uygulamalarına ilişkin kaynakların gerçek piyasa oyuncularının eline geçmesi, şeffaflığın güçlendirilmesi ve hane halkı ihtiyaçlarına cevap verecek çatı uygulamalarının birçok gelişmiş ülke uygulamasında olduğu gibi geliştirilmesi, rekabet ortamı oluşturulması ve şeffaflığın artırılması olarak sıralanabilir.
Alınan kararla dağıtım şirketlerinin patronlarının ve yöneticilerinin yakın akrabaları, eşi, çocuğu ve çalışanları kendi dağıtım bölgelerinde lisanssız üretim faaliyetinde yer alamayacak. Projeler, üretim aşamasından önce el değiştiremeyecek, hisse devri yapılamayacak. Böylece çantacıların önüne geçilecek.”
Hürriyet[:en]
Sonuncusu Pazar günü olmak üzere 5 ayda Ankara’nın kalbine yapılan üç ayrı vahşi saldırının taşıdığı ana mesaj bu muydu? “Biz Suriye ve Suriye üzerinden Ortadoğu’yu dizayn ederken, sen kılçık atma, köşene çekil, otur oturduğun yerde” demek mi istiyorlar. Mesela sonuncusu, Pazar günü Ankara’da patlatılan bombaların vakti, bir gün sonra başlayacak Suriye görüşmeleri için mi gözetildi.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore, Ankara’da merak duygusu güçlü bir büyükelçi olarak tanınır.
Gittiği yerlerde ‘kitabın ortasından’ sorular sorar, bu şekilde merakını gidermenin bir yolunu bulur.
İyi ki öyle yapıyor diyeceğiz, zira aldığı cevaplar konuştuğu kişiye göre‘kitabın ortasından’ olunca kendisi açısından da maksat hasıl olmuş oluyor olmalı.
Mesela, İngiliz elçinin birkaç yıl önce görüştüğü bir Diyanet yetkilisine, DAİŞ’in cinayetlerinden yola çıkarak “sizin dininiz İslam, terör ve şiddet konusunda teşvik edici bir yerde mi duruyor?”biçiminde sorduğu soruya aldığı cevaba bir bakalım.
Richard Moore ile görüşen din adamının DAİŞ/İslam ilişkisine, İsrail/Tevrat yorumuyla verdiği cevaba:
“Gözlerden kaçıyor ama İsrail’i kuran Tevrat yorumu ile DAİŞ’in din yorumu arasında çok fark yok. Sıfırdan siz bir Tevrat yorumuyla dünyadaki bütün mensuplarınızı bir toprağa toplayacaksınız. Ama doğrudan dinden ve dini metinlerden hareketle. O yorumlardan hareketle başka insanlara ait toprakları ellerinden alacaksınız. O yorumlara dayanarak size direndikleri takdirde hepsini katletmeyi mubah göreceksiniz. Mesela dünya bunu meşru kabul etti. ABD ve İngiltere’de “Filistinliler kimdir?” diye sorduğunuzda, “Filistinliler İsrail’in vatanına el koyan işgalciler” diye cevap veriyorlar”
Nasıl?
Bunu geçelim şimdi.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Moore, şu yakınlarda bu defa Suriye konusuyla yakından ilgilenen bir devlet kurumunun başkanı ile bir görüşme yapar.
Ancak bu defa roller biraz değişmiştir.
Soruyu soran İngiliz elçi değil, ilgili kurumun başındaki Türk yetkilidir.
Söz konusu yetkili Büyükelçi Moore’a “Gazetelerde, televizyonlarda Amerika’nın Suriye’nin geleceği konusunda Rusya ile birlikte gizli bir anlaşma yaptığı, haritaları yeniden dizayn etme amacıyla birlikte hareket ettikleri haberleri, yorumları yapılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye sorar.
Soruya Büyükelçi Moore’un verdiği cevaptan daha dikkat çekici olan ise, bu görüşmenin hemen ardından gelen yeni bir randevu talebi olmuştur.
İngiltere Büyükelçisi görüşmeden çıktıktan 5 dakika sonra ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, sorduğu soruya yanıt vermek için olsa gerek ilgili kurumun başkanından randevu ister.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Bass, son dönemde Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda taşıdığı endişeler dışında kamuoyuna görüş vermekten kaçınıyor.
Bu bir yerde anlaşılabilir bir durum tabii.
Şimdi çıkıp Washington’daki sözcü gibi “PKK ile YPG birbirinden bağımsız iki örgüttür, aralarında bir ilişki yoktur” dese, Ankara’da komedyen muamelesi göreceğinin farkında olmalı.
Neyin ne olduğunu herkesin bildiği gibi kendisi de bildiği halde, bunu söylemesi halinde Washington’da sıkıntı olur düşüncesiyle İngiltere Elçisine “PKK-YPG ilişkisi yoktur demek aptallıktır” diye dedirten de Büyükelçi Bass’dır belki de.
Kim bilir.
Burası böyle ama elçilerin Ankara’nın belli konulardaki tepkisini/şüphesini yatıştırmak için gösterdikleri bu çaba bir yerde anlamsız kalıyor.
Neden derseniz, Ankara’da kulak verdiğimiz çevreler, Suriye konusunda Türkiye’yi bütünüyle denklem dışı tutmayı amaçlayan bir Kerry-Lavrov anlaşmasının sadece televizyonlarda konuşulup, gazetelerde yazıldığıyla kalmadığını söylüyor.
Bu yazıyı yazmadan önce görüşlerine başvurduğum bir güvenlik kaynağı bana, Eylül ayında Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlarının New York’ta görüştükten sonra yaptıkları açıklamaya dönüp bakmamı salık verdi.
“Her şey orada var” zaten diyerek.
Döndüm baktım ve şunu gördüm.
Ankara’daki kaynağın önem atfettiği o görüşme, Rusya’nın Suriye’de ağır hava bombardımanına başladığı 30 Eylül gününe denk gelmiş.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun geçen ay “ABD ile Rusya arasında ne zaman bir görüşme olsa, arkasından Rusların ağır saldırıları başlıyor. Bunun nedenini öğrenmek hakkımız” açıklamasına konu olan görüşmelerden biri yani.
Kaynağımıza göre Rusya ile ABD arasında yapılan Suriye anlaşmasının üç temel hedefivar.
1-Suriye’nin üniter yapısının korunması (bunu Esad rejiminin ömrünün uzaması biçiminde okuyabilirsiniz)
2-Suriye’nin geleceğinin laik/seküler yapılar üzerinden inşa edilmesi. (bunu da ılımlı muhalifler dediğimiz Türkiye’ye müzahir grupların ABD tarafından gözden çıkarılıp tasfiyesi biçiminde okuyabilirsiniz)
3-Yeni Suriye’nin İsrail’in güvenliğini tehdit etmekten bütünüyle uzak bir yapıyla inşa edilmesi.
Bu gizli anlaşmanın uygulanabilmesi için Ankara’daki kaynağın ifadesiyle Türkiye’ye “sen şöyle bir kenarda dur, karışma bu işe” mesajı verilmesi gerekiyordu.
Yazının geldiği noktada zihnimize üşüşen soru, “beni burada kullan” diye bağırmaya başladı.
Soralım o halde.
Sonuncusu Pazar günü olmak üzere 5 ayda Ankara’nın kalbine yapılan üç ayrı vahşi saldırının taşıdığı ana mesaj bu muydu?
“Biz Suriye ve Suriye üzerinden Ortadoğu’yu dizayn ederken, sen kılçık atma, köşene çekil, otur oturduğun yerde” demek mi istiyorlar.
Mesela sonuncusu, Pazar günü Ankara’da patlatılan bombaların vakti, bir gün sonra başlayacak Suriye görüşmeleri için mi gözetildi.
John Kerry ile Lavrov arasında yapılan gizli anlaşma hayata geçsin, reel politik hayat bulsun, Türkiye’deki hükümet de pürüz çıkarmasın diye mi tezgahlanıyor bütün bu vahşet tabloları?
İngiltere Büyükelçisi Moore, bir de Ankara’daki Rus Büyükelçiye gidip bunu sorsa ne kadar güzel eder.
[:]