Birey Olarak Farkındalık ve Kritik Analitik Düşünme Bakış Açısından Vazifelerimiz

Bu makale, Zinde Sosyal Gelişim Derneğinin (SGD) düzenlemiş olduğu ve ana temasını “Birey Olarak Farkındalık Ve Vazifelerimiz” olarak belirlediği toplantıda yapılan sunudan hazırlanmıştır. Konu, ZSGD nin çalışma alanlarından biri olan Kritik ve Analitik Düşünme (KAD) platformu üyesi, psikiyatri uzmanı bir tıp doktoru gözüyle hazırlanmıştır.

Konuya Prof. Dr. M. Esad Coşan’ın bir konuşmasından bir alıntı ile başlamak istiyorum:

“Şimdi dikkat ediyorum, aylar yılar geçtikçe, vazifesini yapmayanları da Cenâb-ı Hak başka başka zamanlarda, sırası geldikçe çeşitli şekillerde cezalandırıyor…” (MEC, 25 Haziran 1999, Avustralya)

M. Esad Coşan yaptığımız işleri ikiye ayırıyor: iyi işler ve kötü işler.

“Yaptığımız işleri ikiye ayırabiliriz:

İyi işlerimizi kabul etsin, iyi amellerimizi, ibadetlerimizi, hayrâtımızı, hasenâtımızı kabul etsin. Kötü işlerimiz vardır muhakkak, çoktur; onları da afv ü mağfiret eylesin.

Yapmadığımız şeyleri de ikiye ayırabiliriz. Kötülükler karşımıza geldiği zaman yapmamışsak, tutabilmişsek kendimizi; aferin, kötülükten kendimizi çektiğimiz için Cenâb-ı Hak lütfuna erdirsin, rahmetine erdirsin…

Ama bir de vazifeler karşımızdayken, vazife terettüb etmişken, yapmamız gereken vazifelerden kaçmışsak, o zaman da tabii onun cezası var, vebali var. Dünyevî kanunlara göre de söyleyecek olursak, meselâ cepheden kaçan bir askeri devlet derhal cezalandırıyor; “Niçin sen görevden kaçtın?”diye… Yâni görevden kaçmak her zaman cezayı gerektiriyor.” (MEC, 25 Haziran 1999, Avustralya)

Yapmadığımız işleri de ikiye ayırıyor. Yapmamız gerektiği halde, vazifemiz olduğu halde yapmaktan kaçtığımız işleri cepheden kaçmaya benzetiyor ve cezası, vebali olacağını hatırlatıyor. Bu nedenle vazifelerimizi bilmemiz, vazifelerimizin farkında olmamız lazım.

Yer yer tıp ve psikoloji biliminin bilgilerinden faydalanılacak olan bu metinde bir Müslüman birey olarak vazifelerimizin farkına varmamızda yardımcı olacak bazı konular hatırlatılmaya çalışılacaktır.

Savunulacak tez şu olacaktır: Vazifelerimiz, 1- bir birey olarak kendimiz ve sorumlu olduğumuz diğer kişiler, 2- bulunduğumuz yer ve 3- bulunduğumuz zamana göre belirlenir. Kişi, yer ve zamana farkındalığımız iyi olursa vazifelerimizin de doğru olarak farkında olabiliriz.

Hayatta her şeye farklı anlamlar yüklenebilir, bakış açılarına, beklentilere göre, hayatı nasıl anlamlandırdığımıza göre tanımlar değişebilir. Birey olarak farkındalık ve vazifelerimiz konusunda da farklı bakış açıları, yaklaşımlar olabilir ve farklı şeyler söylenebilir.

Biz hayatı bir imtihan olarak anlamlandırıyoruz ve karşılaştığımız her şeye buna göre anlam veriyoruz. Varlığımızın sebebi bu olduğuna, her şeyin asıl amacı Allah’ın rızasını kazanmak olduğuna göre asıl farkında olmamız gereken şey şu anda Allah’ın bize olan bakışı, Allah’ın nazarındaki durumumuzdur.

Hayatı yeniden anlamlandırmak tabirini KAD literatüründen de duymuş olabilirsiniz. “An” kelimesi Anadolu’nun bazı yerlerinde tarlalar arasındaki sınır anlamında kullanılmaktadır. Bu açıdan baktığımızda hayatı yeniden anlamlandırmak, tüm sınırları yeniden çizmektir diyebilir miyiz? Kendi haddimizi bilmek, haddini aşanlara hadlerini bildirmek. Herhalde önemli bir vazifemiz bu olsa gerektir. Tüm sınırları gözden geçirmek ve gerekiyorsa yeniden çizmek!

İbadetlerin önemli bir kısmının amacının bu farkındalığın sağlanması ve devamı içindir diye düşünülebilir zannediyorum. Her zaman yapa geldiğimiz bazı şeyleri yapmayı bıraktığımız oruç ibadeti, hac ve umre için ihramlanmak, belli vakitlerde namazla Rabbimize yönelmek ve hiç unutmamak için zikir gibi.

Bazen bir musibet bin nasihatten etkilidir denir. Musibet bizde farkındalık sağladığı, aklımızı başımıza getirdiği, dalgınlıktan, gafletten bizi ikaz ettiği, vazifelerimizin farkına varmamızı sağladığı için faydalı olabiliyor.

Niyazi Mısri’den çokça nakledilen bir söz vardır:

Bir göz ki O’nun olmaya ibret nazarında

Ol sahibinin düşmanıdır başı üzerinde

Rahmetli M. Esad Coşan Hocaefendi, bu beyti naklettiği bir başyazısında, devamında şunları yazmıştır ki bir açıdan farkındalığın tanımını yapmış ve önemini vurgulamıştır:

“Bu sebeplerle sizler de çevremizdeki her şeyi dikkatle incelemeli, güzellikleri sezmeli, olaylardaki hikmetleri kavramalı, farkı fark eylemeli, mutlu ve gerçek aydın olmalı, doğru imanı bulmalı, ona uygun yaşamalı, sahip olduğumuz nimetlere şükretmeli, ömür boyu elinizden geldiğince iyi işler yapmalı, salih ameller işlemelisiniz”

Biz tıp doktorları insanları muayene ederken, önce bilinç-şuur muayenesi ile başlarız. Sağlıklı bir insanın bilincinin yerinde olması için kişi, yer ve zaman yöneliminin normal olması, kendisinin ve diğer kişilerin, bulunduğu yerin ve zamanın farkında olması gerekir.

Kişi, yer ve zaman farkındalığı:

1. Kişiye farkındalık:

İnsanın zihninin çalışmasının her hangi bir nedenle bozulması halinde kişi, yer ve zaman farkındalığından ilk bozulan daha soyut olan zaman farkındalığı, sonra yer ve en son kişi farkındalığıdır.

Tıp doktorları kişi farkındalığı için önce kişinin kendisini en temel özelikleri, kimlik bilgileri ile tanımlamasını bekler. Bilinçli bir birey ad, soyad, yaş, cinsiyet gibi temel kişisel özelliklerini bilmelidir. Sonra diğer yakın kişileri: eşini, anne-babasını, çocuklarını, torunlarını, diğer akrabalarını, o sırada ortamda bulunan diğer kişileri, karşısındaki doktoru doğru olarak bilebilmelidir.

Kişi farkındalığının değerlendirilmesi için o yerde, o zamanda yaşayan herhangi bir kişinin bilmesinin beklendiği önemli şahsiyetler de sorulur. Zamanın başbakanı, cumhurbaşkanı kimdir? Bazı bunamalı veya ağır ruh sağlığı sorunu olan kişiler yıllar öncesinin, zihinlerinin sağlıklı, farkındalıklarının daha iyi olduğu dönemlerdeki, başbakanlarını, cumhurbaşkanlarını hatırlarken halen görevde olanların farkında olmadıklarını, bilemediklerini gözlemleriz.

İnanıyoruz ki ölüp de kabre konulduğumuzda doktorlar değil de sorgu melekleri bizim son muayenemizi yapacaklar: bizlere Rabbimizi, Nebimizi, Dinimizi, Kitabımızı ve yöneldiğimiz Kıblemizi soracaklar. Öyleyse asıl bilmemiz gerekenler bunlardır. Asıl bilmemiz gerekenleri bize öğreten ise Sahih Kaynaklarımız olan Kur’anı Kerim ve Peygamgamber Efendimizin hadis-i şerifleridir. Kur’anın anlamı ile buluşmak ve Sahih Kaynak çalışmaları bu nedenle en önemli çalışmalardır.

Kişi farkındalığı ile ilgili basitçe bunlar değerlendirilirken, daha ayrıntılı ve sistematik düşünüldüğünde başka neler söylenebilir? Kendimizin farkında mıyız? Biz kimiz?

Biliyoruz ki yaşımıza, cinsiyetimize, eğitim durumumuza, mesleğimize, görevimize, gelir durumumuza vb. kişisel özelliklerimize göre bireysel ve toplumsal vazifelerimiz değişecektir.

Tıbbi yaklaşıma göre insan biyolojik, psikolojik ve sosyal bir varlık olarak tanımlamaktadır. Ayrıca inanıyoruz ki insan manevi bir varlıktır. Kendisine farkındalığın tam olması için tüm yönleriyle birey kendisinin farkında olmalıdır.

1a. Kişiye Farkındalık, Kendimiz, Beden:

Kişi bedeninin farkında olmalıdır. Bazı beyin hasarlı, felçli kişiler vücutlarının bir yarısının, farkında olamayabilirler. Kollarını kaldır dediğinizde sadece bir kolunu kaldırıp diğerini kaldırmazlar, çünkü o kolunun artık farkında değildir.

Bedenimizin gücünün farkında olmalıyız. Ne kadar yük taşıyabiliriz, ne kadar hızlı koşabiliriz, ne kadar yükseğe zıplayabiliriz, nereye kadar uzanabiliriz?

Beden sağlığımızı bozan şeylerin farkında olmalıyız. Beslenme alışkanlıklarımız, neyi, ne sıklıkta, nasıl yediğimiz beden sağlığımız için en belirleyici özelliklerden biridir. Bu nedenle Helal ve Sağlıklı Gıda ile ilgili çalışmalar bizim için çok önemlidir. Bedensel sorunlarımız, hastalıklar vazifelerimizi yapmamızı engelleyebilir.

Biliyoruz ki vazifelerimizi belirleyen en önemli değişkenlerden biri gücümüzdür. Gücümüz ne kadar ise vazifelerimiz de o kadar olacaktır.

Ekonomik gücümüz ne kadar ise, zekât verip vermeyeceğimiz belli olur, ekonomik varlığımıza göre ne kadar miktar olacağı anlaşılır. Bu nedenle ekonomik gücümüzü bilmeliyiz. Aynı şekilde bedensel gücümüzü, birey olarak diğer açılardan da durumumuzu, mesela psikolojik gücümüzü-kapasitemizi, sosyal gücümüzü de bilmeliyiz, farkında olmalıyız ki vazifelerimizi bilebilelim.

Birey kendi gücünü-kapasitesini bilebilir mi?

İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır. Ne kadar güçlü olsak da bir sınırı vardır. Bu nedenle akıllı insan bunu bilir ve gücünü aşacak şeylere girmez, üzerine fazladan, taşıyamayacağı yük almaz.

Bazı insanlar kendi gücünün üstünde yükün altına girer ve zorlanıp adeta altında kalırken, bazıları “yapamam” diyerek hiç yük almama eğiliminde olabiliyorlar. Doğrusu nasıl olmalı? Herhalde en ideali bireylerin kapasitelerinin yeteneklerine göre en iyi şekilde bilinmesi ve vazifelerin, yüklerin buna göre dağıtılmasıdır.

Peşinen ben zayıfım diyerek yük almamak akılcı bir yaklaşım gibi görünmekle birlikte insanın mevcut kapasitesini Allah yolunda yeterince kullanmaması nedeniyle hem birey hem de toplum için kayba da yol açacaktır.

Gücümüzü-kapasitemizi anlamamızın bir yolu belki şöyle olabilir: Hiç denememiş biri uzaktan bakarak halterde kaç kiloyu kaldırabileceğini bilemez. Belki ancak hafiften başlayarak denemeler sonrasında ne kadar kaldırabileceği anlaşılır. Yapılan denemelerle kondisyonu da bir yandan artacaktır.

1b. Kişiye Farkındalık, Kendimiz: Psikolojik durumumuz, Duygu:

İnsan olarak bir diğer önemli özelliğimiz duygularımızdır.

Duygularımızın farkında mıyız?

Kimi, neyi sever ve yakınlık hissederiz; kimi, neyi sevmez, nefret ederiz?

Niçin severiz, niçin sevmeyiz? Tercihlerimizi neler belirler?

Duygularımız ile düşüncelerimiz-değerlerimiz veya toplumsal değerler çatışır mı? Çatıştığında ne yapmamız gerekir?

İnsan çoğu kez bunların farkında değildir.

Bazen kendi tıp öğrencilerimize sorarım: Muzu sever misiniz diye. Muz genel olarak sevilen bir meyve olduğu için. Çoğu evet der ancak niye seversiniz diye soruduğumda çoğu bunu daha önceden düşünmemiştir. Bazıları tadı güzel derler. Evet, güzel tat vermesi bizim için sevimlidir. Muzu sevmemizin başka nedenleri olabilir mi? Mesela, göze hoş görünen, hilale benzeyen şekli var; kanarya sarısı rengi var; pürüzsüz, tüysüz, dikensiz, sert olmayan yüzeyi var; kolay soyuluyor; çekirdeği yok gibi; başkalarını da sayabiliriz. Bunlar sevimli özellikler olduğu için, bunları üzerinde bulundurduğu için muzu seviyoruz.

Allah’ın sevdiklerini sevip, sevmediklerini sevmemeliyiz. Önemli vazifelerimizden biri bu!

Mesela Müslüman kardeşlerimizi sevebiliyor muyuz? Müslüman oldukları için mi seviyoruz?

Nelerin bizi neşelendirdiğinin, nelerin bizi üzdüğünün farkında mıyız?

Kimden korkuyoruz, kimin yanında kendimizi güvende hissediyoruz?

Ne istiyoruz? Kimden istiyoruz. Ne istediğimiz önemli çünkü Allah bize istediğimizi verir. Dünyaysa dünya, ahiretse ahiret. İnsan istediğine yönelir, neye yöneldiğimizin farkında mıyız?

Filmde Keloğlan padişahın kızını ister, bunun için nice müsabakalara, yarışmalara katılır. Sonunda padişah kızını almaya hak kazanır. Ancak, padişah “kızımı almayı hak ettin” dediğinde, vaz geçtiğini söyleyerek herkesi şaşırtır. Padişaha “ben padişahın kızını almaktan daha iyi, daha zevkli bir şey buldum” der. Padişahın kızını almaktan daha zevkli olan şey ne olabilir ki: “Padişahın kızını ret etmek!”

Allah’ hoşnutluğu karşılığında gerektiğinde dünya nimetlerini ret etmenin tadının farkında mıyız?

1c. Kişiye Farkındalık, Kendimiz: Psikolojik durumumuz, Düşünceye farkındalık:

İnsan psikolojisinin diğer bir özelliği de düşünme yeteneğidir. Düşüncelerimizin farkında mıyız?

Yeterince düşünüyor muyuz? Neleri düşünüyoruz? Nasıl düşünüyoruz? Düşünerek doğruyu bulabiliyor muyuz? Aklın yolu birdir dediğimiz halde niye farklı sonuçlara varıyoruz? En akıllı insanlar kimlerdir?

Hastaya bilinç muayenesi yapılırken bazı basit hesaplamalar da yaptırılır. Bir mi büyük, iki mi? Fil mi büyük, fare mi? Her sağlıklı insanın bu ve benzeri temel kavramları bilmesi gerekir, değerleri, ölçüleri bilmesi lazım ki farkları bulabilsin, doğru farkındalığa ulaşabilsin.

“Hamasi laflarla bir yere varılamaz, falan ülke güçlü, gerçekçi olmak, güçlünün yanında olmak lazım“ dendiği, 1 Mart tezkeresi öncesinde bir anket yapsak ve seçenek göstermeden: “şu anda dünyadaki en büyük güç nedir?” diye sorsaydık, Allah’tır cevabını veren inanan birey ne kadar çıkardı acaba? “Evet, güçlünün yanında olmak lazım, güçlü olan Allah’tır” dediğinizde “o başka” cevabını alırdınız. Gücün kimde, nede olduğunun farkında mıyız?

Algıladığımız nesneleri beynimizde işlerken onları gruplandırır, kıyaslar, sıraya dizeriz. Birbirine benzer olanlar, farklı olanlar, en farklı olan, hiçbir şeye benzemeyen… Karşılaştığımız farklı örnekleri önce asıl mı sahtemi diye ayırmamız, sahte olanların farkına varmamız gerekir. Elimize bir para, altın geçse hemen sahte mi diye bakarız, sahte ise hiçbir kıymeti yok.

Dünyada 6,5 milyar insan var. Çevremizde farklı canlılar, nesneler var. Bunları nasıl tanıyacak ve değer vereceğiz, birbirleriyle nasıl kıyaslayacağız. Kıyaslama önemli bir zihin işlevi ve karşılaştığımız örneklerin farklarını tanımada bize yardımcı olur. Doğru tanıyabilmek, iki şey arasındaki farkı fark edebilmek için kıyaslamayı iyi yapmak gerekir. İki şeyi birbiriyle kıyaslamak için önce her ikisini de iyi tanımak gerekir. Tanımak için ise ölçmek gerekir.

Eski bir arkadaşım yıllar sonra tüm lider diye itibar edilen kişiler aynı-benzer şeyleri söylüyorlar demişti. Doğru, asıl veya sahte, tüm altınlar sarıdır. Ama bizim ölçüm kriterimiz laf değil istikamettir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Kıyaslamada sadece farklılıkları değil benzerlikleri de anlayabiliriz, anlamalıyız.

Sağlıklı, doğru düşünme konusu KAD Zinde SGD’nin önemli çalışma alanlarından biri olarak Kritik ve analitik düşünme (KAD) Platformu başlığı altında yürütülmektedir. Çalışmalarını www.kritik-analitik.com adresinden takip edebilirsiniz.

1d. Kişiye Farkındalık, Kendimiz: Psikolojik durumumuz, Davranışlarımıza farkındalık:

Duygu ve düşünceden sonra önemli bir psikolojik özelliğimiz de davranışlarımızdır.

Davranışlarımızın farkında mıyız?

Davranışlarımız alışılageldik mi, yoksa planlı ve belli niyetlere, amaçlara mı yönelik? Davranışlarımızın sonuçlarını öngörebiliyor muyuz?

Bunu niçin yaptın diye sorduklarında haklı gerekçelerimizi sunabiliyor muyuz? Tersine bunu niçin yapmadın dediklerinde gerekçelerimiz var mı ve bunların farkında mıyız?

Vazife var haydi! dendiğinde hareket edebilmek için: Bağımsız olmamız gerekir. Bağımsız olmak ise için nelere bağlı olabileceğimizi bilmemiz gerekir. Bizi bağlayan şeylerin neler olduğunun, nelere bağlı olduğumuzun farkında mıyız?

1e. Kişiye Farkındalık, Kendimiz: Psikolojik durumumuz, Algılarımız:

Farkındalık için önce algılamak gerekli, algılamamız, duyu organlarından gelen duyumların sonucunda onlara birer anlam verebilmemiz için bu konu ile ilgili bazı temel bilgileri sunmakta fayda olabilir. Duyu organlarımızdan elde ettiğimiz duyumları bir araya getirerek, onlara anlam vererek bir algı oluştururuz.

Algılamayı etkileyen iç ve dış etmenler vardır:

İç etmenler:

a) Duygularımız; (sevdiğimiz birinin iyi yönlerini abartarak algılarız)

b) İhtiyaçlarımız; (Aç olduğumuzda yiyecekleri daha lezzetli algılarız)

c) Zihni tutumlarımız; (Düşüncemize uygun şeyleri kolayca algılarız)

d) Neyi algılamaya hazırsak onu algılarız; (Beklentilerimiz algılarımızı etkiler)

e) Korku, kaygı, öfke gibi durumlar algılarımızı etkiler

f) Hipnoz ve telkin algıyı etkiler

Dış Etmenler:
Fiziksel ve toplumsal kaynaklı dış etmenler de algılarımızı etkiler. Algılar hem algılayanın hem de algılananın içinde bulunduğu ortamdan etkilenir. Zaman olarak gece, karanlıkta iken, yer olarak mezarlıkta olduğumuzda bir ses duyduğumuzda farklı algılarız.

Algılama ile ilgili bazı kavramlar konumuzun anlaşılmasında yardımcı olabilir:

Bunlardan biri farklılaşma eşiğidir. Uyarandaki hafif değişiklikler algılanamaz. Ancak aletler kullanarak algılanabilir. Dolayısıyla kendimizdeki, başkalarındaki, yaşadığımız yerdeki algılanamayacak değişikliklerin farkına varamayabiliriz. Dünya dönüyor ancak fark edemiyoruz. Huyumuz olumlu veya olumsuz yönde yavaş yavaş değişebilir farkında olamayabiliriz. Büyüyoruz, çocuklarımız büyüyor ancak farkında olamıyoruz. Oysa çocuklarımız yaş iken eğilir, onlar henüz çocuk, genç iken yapabileceğimiz şeyler, büyüdüklerinde ne kadar zor olabilir. Bu nedenle Zinde Gençlik çalışmaları çok önemlidir.

Algılamada gruplama-organizasyondan bahsedilir. Bir nesne-durum algılanırken yakın olduğu diğer nesneler onu algılamamızı etkilerler. İyilerin yanındaki bir nesne iyi olarak algılanma eğiliminde olurken, kötülerin yanındaki bir nesne de kötü olarak algılanabilir. İyi diye bilinen bir kişideki kötü özelliği, kötü diye bilinen bir kişideki iyi özelliği fark etmede zorlanabiliriz.

Algılama ile ilgili diğer özelliklerden ikisi ise duyusal uyum ve duyarsızlaşmadır. Sürekli ve şiddetinde değişiklik olmayan uyarıcılara uyum sağlar, alışkanlık gösteririz, tekrar tekrar karşılaştığımız uyarıcıyı kanıksar, duyarsızlaşırız. Kötü koku ilk başta bizi rahatsız eder ancak sonra ona alışırız. Olumsuz davranışlarımız önceleri bizi rahatsız eder ancak sonra alışabilir, artık farkına bile varmayabiliriz. Hep olagelen iyi şeyleri fark etmez, memnun olmayız, devam eden kötü şeylere alışır rahatsız olmayız.

Söndürme; eş zamanlı iki uyaranın iki vücut yarısına verilmesi durumunda bir vücut yarısından gelen uyaranın algılanamaması, farkına varılamaması durumudur. Bir elimizdeki acıyı, diğer elimize daha yüksek bir acı vererek ortadan kaldırabiliyoruz.

Bu özellikler, işler iyi giderken insanoğlunun Rabbini unutması, şükrü bırakması, musibet gelince farkına varması ve anması, sahip olduğu nimetleri ancak elinden gidince fark etmesini izah edebilir. Oysa Rabbimiz kendisini devamlı hatırlamamızı emir buyurmaktadır. Bu uyanıklıkta, farkındalıkta olmamızı istemektedir. Yine bu algılama özelliklerine dikkat ederek kendimizi, diğer kişileri, bulunduğumuz yeri, çevremizi daha iyi, doğru bir şekilde tanıyabilir ve bunlara karşı vazifelerimizi daha iyi bilebiliriz.

Algıyla ilgili diğer bir özellik de algıda seçiciliktir. Organizmanın, çevresinde bulunan çok sayıda uyarıcı nesne, ya da olaydan, bir ya da bir kaçına dikkatini yöneltmesine algıda seçicilik denir.

Algıda seçiciliği etkileyen iç ve dış etkenler vardır. Şiddetli uyaranlar daha kolay fark edilir. Aşırı zıtlık-karşıtlık fark edilmeyi kolaylaştırır, beyaz bir zemin üzerindeki siyah lekenin daha kolay fark edilmesi gibi. Uyaranların hareketli olması, süreklik göstermesi, tekrarlaması, alışılmışın dışında olması, daha önceden bildiğimiz tanışık olduğumuz uyaranlar olması da algıda seçiciliği etkiler. İnsanlar inanmak için alışılageldik uyaranlardan farklı olan mucizeler istemişlerdir. Oysa hep olagelen şeyler üzerinde düşünen insan bunlardaki mükemmelliği fark edebilir.

Algılamada dikkatin yeri çok önemlidir. Dikkat bir olayın tümü ya da bir bölümü üzerinde zihin gücünün toplanması durumudur. Dikkatli olmalıyız ki kendimiz ve çevremizle ilgili durumu, değişiklikleri iyi algılayabilelim, dikkatimizi doğru şeylere odaklayabilmeliyiz ki vazifelerimizi hem anlayabilelim hem de iyi yapabilelim.

1f. Kişiye Farkındalık, Diğer Kişiler:

Müslüman birey, Kur’anda tanımlanan kişileri, peygamberini, diğer peygamberleri, salihleri, Müslüman kardeşlerini, akrabalarını, kâfirleri, münafıkları, müşrikleri ve etrafındaki diğer kişileri doğru olarak bilemiyorsa, dostunu düşmanını ayırt edemiyorsa, onların farkına varamıyorsa diğer kişilere karşı farkındalığı bozuktur, yetersizdir diyebiliriz.

Kişileri tanımalıyız. Kişilerin özelliklerini, değerlerini, onlarla nasıl ilişkiler kurulacağını, hangisine yakın, hangisine uzak durulması gerektiğini bilmeliyiz. Diğer insanlardan bahsettiğimizde onlarla kesintisiz ve sağlıklı iletişimin önemini hemen hatırlamalıyız ki bu Zinde SGD’nin üzerinde önemli durduğu konulardan biridir.

Diğer insanların bize ve diğer insanlara karşı olan duygularının farkında mıyız? Bizi seviyorlar mı?

Müslüman birey olarak Önemli bir vazifemiz mesajın diğer insanlara, 6.5 milyar insana ulaştırılmasıdır.

Lider de bir kişidir:

Bir kişinin hayatında yönlendirmelerine itibar ettiği, örnek aldığı diğer insanlar, kişiler olur. Bazıları hayatlarını babalarından nasıl gördülerse öyle devam ettirmek isterler ve oturup düşünmezler, bu Kur’anda yerilmiştir. Bazıları yaşadıkları dönemlerdeki insanları, bazıları önceki yaşayan insanları kendilerine lider edinirler ve onlardan değişik düzeylerde etkilenirler. Bu nedenle kime-kimlere lider olarak bağlandığımız çok önemlidir.

Çok iyi biliyoruz ki bazı eski insanlar kendilerine gönderilen peygamberleri lider olarak kabul etmedikleri için hüsrana uğradılar. Allah’ın gönderdiği sonraki peygamberlere değişik gerekçelerle, ama hep dünyalık işlerine gelmediği için inanmadılar, bağlanmadılar. Yanlış, sahte liderlerin peşinde koşanlar kendilerini ziyana uğrattılar.

Kişiler arası ilişkilerde önemli bir konu: Güven duygusu.

Tüm ilişkilerde en önemli özellik karşılıklı güvendir diyebiliriz. Karşılıklı güven olmayan ilişki sorunludur. Güven duygumuzu sağlayan, bozan, etkileyen şeylerin farkında olmalıyız. Diğerlerinin bize güvenmesini etkileyen şeylerin de farkında olmalıyız. Güvenilmesi gereken bir durumda güvensizlik ne kadar yanlış ise, güvenilmeyecek bir durumda güvenmek de o kadar yanlıştır. Biz Müslümanlar mutlak manada ancak Allah’a güvenir ve dayanırız ve O’nu vekil tayin ederek diğer insanlara güvenilmesi gerektiği kadar güveniriz.

Rabbimiz ile ilişkimiz:

Asıl vazifemiz, yaratılışımızın, varoluşumuzun asıl gayesi Rabbimize kulluk etmemizdir. Diğer vazifeler bu vazifemizin içinde, paralelinde ise kıymetli, yoksa boşa emektir. Çünkü asıl yaşamda karşılığı olmayacaktır. Hatta bizi oyaladığı ve asıl vazifemizi yapmamızı engellediği için kötüdür. Bir kişi üzerine ek bir vazife, yük alacağında önce asıl vazifesini, kulluk görevini yerine getirip getirmediğine, asıl vazifesini layıkıyla yerine getirmeye katkısı olup olmayacağına bakmalıdır. Göklere, yere ve dağlara arz edilen ve onların yüklenmekten kaçındığı bu ağır yük bize hafif mi geliyor da başka yüklere hevesli oluyoruz? Asıl yükümüzün dışında ek bir dünyalık yük yüklenmek, yeni bir sorumluluk altına girmek doğru mu? Eğer yükü yüklenmemek vebal olacaksa, o başka tabi.

2. Yere Farkındalık:

Vazifelerimizi belirleyen ikinci önemli farkında olmamız gereken şey bulunduğumuz, yaşadığımız yer ve özellikleridir. Dünya, yeryüzü bizim imtihan salonumuzdur, imtihan salonumuza karşı durumumuz bize puan kazandırabilir veya kaybettirebilir, bunun farkında olmalıyız. Yaşadığımız dünyaya, şehre, çevreye, doğaya karşı vazifelerimiz var. Çevre ve Kültür derneği, ÇEKÜD bize çevreye karşı vazifelerimizi hatırlatmaktadır.

Yer üzerinde nereye yöneldiğimizin farkında olmalıyız.

Nerede isek vazifemiz de ona göre. Evde, işte, toplantıda, çalışma masasında, camide, cephede, vatan sınırlarında vb.

3. Zamana Farkındalık:

Kişi ve yere farkındalıktan sonra konuşacağımız zaman en soyut olanı, Allah’ın yarattığı zamana akıl, sır ermez. Bebeği dede yapar, canlıyı ölü yapar, yeşili soldurur, yaşı kurutur, uzağı yakın eder. Hiç durmaz ki onu anlayıp tanıyalım. Hep geçer, hep geçer, hep bizim önümüzdedir, onu geçip önünden ona bakamayız bile.

Bize verilen ömrü bilmiyoruz. Her an, her an sona erebilir. Zaman, miktarı, ne zaman biteceği belli olmayan ve her an azalan sermayemizdir. Böyle iken yaşıyoruz.

Zaman sanki bizim soru kitabımız, her yıl Berat kandilinde yeni bir fasikül verilir, her gün bir sayfasını çeviririz, her an bir soru ile muhatabız. Şu anda bize sorulan sorunun, vermemiz gereken cevabın farkında mıyız?

Zaman bizi, düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı değiştirir. Diğer kişileri, kişilerle olan ilişkilerimizi değiştirir. Kendi haline bırakırsak genellikle diğer kişilerle olan ilişkilerimizi soğutur, bayatlatır.

Zaman yeri, mekânı değiştirir. Dolayısıyla zaman hem doğrudan, hem de dolaylı olarak vazifelerimizi değiştirir. Zamanı geçince önceden faydalı bir işin yapılması faydasız, hatta zararlı olur.

Zamanı takip ettiğimiz usul, takvim önemlidir çünkü takvim bize vazifelerimizi hatırlatır, tekrarlatır. Her vazifenin zamanı vardır, her zamanın vazifesi vardır.

Zaman geçer, hüküm değişir.

Zaman bu kadar kıymetli iken dakik olmamak, başkalarını bekletmek, kendimize acımadığımız gibi başkalarının da zamanından çalmak olmuyor mu? Bir konuşma için geçen, bu yazıyı okumak için harcanan süre 40 dakika mıdır yoksa konuşmayı bin kişi dinliyor ise ve her bir kişinin zaman sermayesinden 40 dakika gidiyor ise harcanan 40 bin dakika mıdır?

Dünya hayatında girdiğimiz imtihanlarda uzun veya kısa, hep belli bir süre verilir ve bu süre zarfında belli şeyleri yapmamız istenir. Asıl imtihanımızın ise ne zaman biteceği, bize verilen süre belli değildir, her an bitebilir, bunun farkında olmalıyız.

Zamana, yere hatta kişiye farkındalık ile ilgili Prof. Dr. M. Esad Coşan’ın aşağıdaki tespitleri aslında başka bir söze ihtiyaç bırakmıyor:

“Zamanın kıymetini bilmek önemli, bir de “İçinde bulunduğu zamanda yapması gereken en önemli iş hangisi?” diye düşünüp, onu yapmak lâzım!

İçinde bulunduğun zamanı düşüneceksin: “Bugün günlerden ne?.. Günün hangi saati?.. Şu sırada ne yapmalıyım?.. Bu vakit namazını kıldım mı?.. Şu anda ben vaktimi neyle geçiriyorum, aslında neyle geçirmek lazımdı?” diye insan zamanını böyle de bilebilir.

… insan yürüdüğü yola da dikkat etmeli. Zamanını boşa geçirmemeye de dikkat etmeli. Yâni günü hangi istikamette geçiyor, ömrü hangi istikamette geçiyor? Adam ne iş yapıyor, hangi işle meşgul? Kumarla mı meşgul, gafletle mi meşgul, ticaretle mi meşgul?.. Günahla mı meşgul, haramla mı meşgul, zulümle mi meşgul?…

Demek ki, çevremizdeki ve dünyadaki, içimizdeki ve dışımızdaki insanların yaşam tarzlarını iman gözüyle incelemeliyiz. Yâni, “Bu yol hangi cins yollar grubuna girer?.. Benim yürüdüğüm yol, Allah’ın kendilerine ihsanda, ikramda bulunduğu insanların yolu mudur; yoksa Allah’ın gazab ettiği kişilerin, sapıtmışların yolu mudur?..” diye kendi yolunu bir denemeli insan…

Birey olarak farkındalık ve vazifelerimiz konusuyla ilgili diğer birkaç nokta da şunlar olabilir:

Vazifelerin yapılmasında birey, grup:

Tek kişinin yapmasının mümkün olmadığı şeyi, iki kişi, iki kişinin yapmasının mümkün olmadığı şeyi 3 veya daha fazla kişi yapabilir.

Tek kişinin yapması mümkün değil ise o vazifemiz olmaktan çıkar mı?

Yoksa vazifemiz yanımıza bir kişi daha bulmak ve onunla birlikte yapmaya mı dönüşür?

Böyle olunca birey olarak bizim bir vazifemiz de grup olmak, grup olma için gerekli özelliklere sahip olmak ve grup olmayı – grupla çalışmayı olumsuz yönde etkileyecek özelliklerimizi fark edip onları düzeltmeye, değiştirmeye çalışmak olmalıdır.

Birey grup ilişkisi hakkında neler söylenebilir:

Grup içinde bir birey olarak karakteristik özelliklerimizi kaybetmemiz, hepimizin aynı olması gerekli değildir. Yaratıcımız hepimizi farklı bedensel, psikolojik, sosyal ve manevi özelliklerde, yeteneklerde yaratmıştır.

Kişi olarak kendimizi tanımalı, farklılıklarımızı fark etmeli, olumlu olanları vazifelerimizi iyi bir şekilde yapmak için kullanmalı, Allah’ın razı olmadığı, olumsuz olanları değiştirmeye, sevap kapımız olan hizmete katılmaya engel olanları bulup, fark edip düzeltmeliyiz.

Yazımızı Prof. Dr. M. Esad Coşan’ın bir duası ve M. Nureddin Coşan Hocaefendinin önemli bir hatırlatması ve duası ile bitirelim.

“Cenâb-ı Hak, bizim görevlerimizin neler olduğunu bize iyice görmeyi, basiretle teşhis etmeyi nasib eylesin, anlamayı nasib eylesin…Görevleri güzel yapmaya tevfîkını refîk eylesin, yardımcı olsun…İslâmî görevlerimizi en uygun şekilde, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına en uygun tarzda yapmaya muvaffak eylesin…” MEC, 25 Haziran 1999, Avustralya

Sahte tanrıların farkında mıyız?

Allah bizlere makyajla saklanan sahte yüzleri, kamufle edilerek süslü kaplarda sunulan zehir içecekleri ayırt etme feraseti, yeteneği, kabiliyeti versin, idrakimizi güçlendirsin.” MNC, 04.02.2003 Yad Programı Konuşması

Doç.Dr. Ali Savaş Çilli

evetama